![]() |
||
16.02.2005 Halkın Yükselişi Partisi, İçişleri Bakanlığı’nca onaylandı. HALKIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ BASIN KONFERANSI Halkın Yükselişi Partisi, ideolojik eksenli değil, insan merkezli olan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2.maddesindeki talep istikametinde bir sosyal demokrasiyi benimseyen, ‘yenilikçi sosyal piyasa modeli’ni yani ‘stratejik planlamalara dayalı serbest piyasa ekonomisi’ni esas alan bir siyasal partidir. Partimiz; Türkiye’nin; bilgi toplumuna yaraşır bir bilim ve teknoloji üretimi ile sosyal, diplomatik, askerî ve ekonomik alanlarda küresel bir güç olarak yücelmesini sağlayacak diriliş ve yükseliş mücadelesini onur bilenlerin vücut verdiği bir siyasal kurumdur. Meş’alemiz barış, sevgi ve paylaşım meş’alesidir. Muhtaç olduğumuz barış, her şeyden önce, tepe ile taban, devletle halk, cumhuriyetle din, laiklik ile İslam arasında kurulacaktır. Cumhuriyet’in 81.yılını kutlarken dinle devletin, laiklik ile İslam’ın kavga ettirildiğine tanık olmaktayız. Bu dıştan güdümlü kavga sona erdirilmedikçe, iç ve dış tehditlere karşı dirençli bir Türkiye inşa edebileceğimizi söylemek gerçekçi bir yaklaşım olamaz. İnanıyoruz ki, partimiz; andığımız bu barışı sağlayacak niyet, birikim, bilgi, dirayet ve kadro gibi unsurları bünyesinde toplayan tek siyasal oluşumdur. Milletimiz bize icra gücü verdiğinde tüm dünya, bunu nasıl başardığımızı kısa bir süre sonra görecektir. HYP neden kuruldu? Tabloya bir bakalım: Anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla iktidar olan partinin genel seçimlerde aldığı oy, kullanılan oylar itibariyle %34, geçerli oylar itibariyle %24. Yani yüzde 76 dışarıda. Bu partinin TBMM’deki sandalye sayısı ise %67 oyun karşılığı. Böyle bir iktidarın, %90 küsurla kabul edilmiş bir anayasayı, yani ulusal mutabakat metnini değiştirme gücü var. Bu olgunun önümüze koyduğu gerçek şu: Türkiye’de çok başlı ve büyük bir demokrasi sancısı var. %24 oyla %67 sandalye işgal eden partinin demokrasi adına tartıştığı tek şey ise türban olmaktadır. Batı bizi buraya sıkıştırmıştır. Ama demokrasinin %24 oyla %67 sandalye sağlayan bir sistem olamayacağını, bunun ancak örtülü bir padişahlık sistemi olduğunu asla söylemiyorlar. Demokrasi adına hiç değilse türban kadar, kadınlarımızın siyasetten dışlanmışlığını da tartışabilsek. 550 üyeli parlamentomuzda kadın milletvekillerinin sayısı kaçtır? Bu sorunun cevabı düşündürücü, biraz da utandırıcı değil mi? Bu ülkede nüfusun %52si kadın. Milletin vicdan ve iradesinin tecelli yeri olan TBMMde kadınların oranı ise % 3. Galiba kadın konusunda Türkiyeyi uluslararası mahkemelere şikâyet ederken esas bunu dava konusu yapmaları gerekir. Çünkü sancının faturasını ödeyen onlar değil, biz. Bu sancının açtığı derin yaranın üstüne ithal pomatlar sürülerek acı ve sancı yok edilemez. Nitekim yok edilememiştir. Bu sancının vücut bulmasına yol açan ve yaptıkları yanlışların cezasını acı bir tasfiye ile ödeyenlerin olup bitenler karşısında fazla sesleri çıkmıyor. Bu ülke üzerinde hesapları ve çıkarları olanlar, anılan çarpıklıklardan ustalıkla yararlanmaktadırlar. AB sürecinin karşılıklı çıkarların uzlaştırıldığı bir süreç olmaktan çıkıp ‘Türkiye’den istenenleri birer birer alma’ sürecine girmesinin esas anlamı budur. Kıbrıs’ta işimiz kader-kısmete kalmıştır. Kıbrıs’ı Rumların tasarrufuna bırakmamak üzere politika üretemeyenler, bu konuda halkımızı oyalama ve afsunlama politikası üretmeyi hüner sanmaktadırlar. Kıbrıs konusundaki tavır da gösteriyor ki, AB politikalarımız birer teslimiyet ve yalvarı politikasına dönüşmüştür. Bu politikaların tek getirisi, içeride halkı aldatmaya yarayacak bahaneler elde etmekten ibarettir. AB süreci, Türk halkına artık hiçbir ümit vermemektedir. Türk milleti, AB ve onunla masaya oturanlar tarafından aldatılmıştır. Siyasal partilerimizi yaratıcı projeler üreten odaklar yapmayı başaramamış durumdayız. Partilerimiz hizip kavgası üreten ocaklara dönüşmüştür. TBMM’deki siyasal partilerin grup toplantıları, siyaset ve proje üreten mekanlar olmaktan çıkarılıp parti başkanlarının haftalık basın toplantılarına dönüştürülmüştür. Fikri, sözü ve halk adına eleştirisi olan milletvekilinin bu toplantılardaki nasibi, genel başkanla dalaşarak ‘fırça yemek’ ve sonunda grubu terk etmek olmaktadır. Değerli basın mensupları; Siyaset; fildişi kulede teori üretmenin değil, hizmet ve eylemin öne çıktığı bir disiplindir. Ne yazık ki, Türkiye’de siyaset, acı gerçek yerine tatlı yalanın öne çıkarıldığı bir aldatma sanatına dönüştürülmüş bulunuyor. Kaderimize âdeta egemen olan bu tabloda, görevini yapmayan aydınların payları büyüktür. ‘Tatlı yalan siyasetleri’nin açtığı derin hüsran, halkımızın siyasete olan güvenini tahrip etmiş, aldatılmış halkımızın ruhsal dengelerini sarsmış, ahlak değerlerini erozyona uğratmış, siyasetin yolsuzluk ve talan mesleği gibi algılanmasına zemin hazırlamıştır. Son seçimlerde, kalabalık bir listeyle halkın önüne çıkan partilerin hiçbirine oy vermeyen kitlenin %32’ye yaklaşmış bulunması bunun şaşmaz kanıtıdır. Türkiye, tarihin ve insanının önüne demokratik ve güvenilir bir umut koymaya mecburdur. Aksi halde hepimize yazık olur. Halkın Yükselişi Partisi, işte bu umudu halkın önüne koyacak bir siyasal yapılanmadır. Haram lokmanın, tutarsızlığın, yalan ve talanın öne çıktığı bir meslek gibi algılanır hale getirilen siyaset; ülkenin birikimli, üretken, dürüst, yurt ve insan sevgisiyle dolu evlatlarını cezbetmek şöyle dursun, tiksindirmeye başlamıştır. Değerli basın mensupları; Ekonominin temel göstergeleri olan rakamlara baktığımızda tablo şudur: Cari işlem açığı, tarihimizin bu güne değin kaydetmediği korkutucu bir rakama ulaşıp 16 milyar dolar seviyelerine dayanmıştır. Dış ticaret açığı ise 30 milyar dolar civarındadır. İşsizlik son iki yılda % 4 artmış, istihdam neredeyse sıfırlanmıştır. Türk ekonomisi 2004 yılında yaklaşık 63 milyar dolar ihracat, 97 milyar dolar ithalat yaparak 34 milyar dolar dış ticaret açığı verdi. İhracatın ithalatı karşılama oranı %65 olmuş ve toplam dış ticaretin millî gelire oranı da %55 gibi ürkütücü bir düzeye ulaşmıştır. AB ile mevcut Gümrük Birliği (GB) ilişkimizde 9. yılı geride bıraktık. Bu 9 yıla toplu olarak baktığımızda görünen acı tablo şudur: 9 yıllık toplam ihracatımız 308 milyar dolar, ithalatımız ise 492 milyar dolar. Yani dış ticaret açığımız 184 milyar dolar olmuştur. Toplam dış ticaret açığımızın yaklaşık yarısı AB ülkeleriyle yaptığımız doğrudan ticaretin sonucudur. Bunun anlamı, GB yoluyla uğradığımız açığın en az 90 milyar dolar olduğudur. Son 9 yıldaki toplam dış ticaretimizin millî gelire oranı %44’e fırlamıştır. Bu oran önceki 9 yılda %26 idi. Saygıdeğer basın mensupları; 40 milyon küsur insanımızın geçim kaynağı olan tarım ölüm noktasına getirilmiştir. Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası feryat ediyor: “Tarım çöküyor!” Gerçek şu: Toplam millî gelirimize tarımın katkısı %12-13, bu gelirden tarım kesiminin aldığı pay ise, %2.5-3... KOBİ’ler âdeta yok edilmiştir. İçte ve dışta atılan etnik ve dinsel nutuklar, bu ezilen yığınları birbirine düşürüp etkisizleştirmek için sergilenmiş oyunlardan başka şey değildir. Bize sürekli, “Tarım ürünlerini bizden ithal edin!” teşvik veya dayatması yapan ABD ve AB, kendi tarım kesimine verdiği desteği her geçen gün artırmaktadır. AB’nin 2005 bütçesinde tarıma destek için ayrılan fon 43 milyar Euro... Bizim tarım kesimi ise ölmemek için çırpınıyor. Bakana baş vuruyor: “Gözünü toprak doyursun” diyorlar; Başbakan’a başvuruyor, ‘Erzurum fırçası’ yiyor. Türkiye, sanal bir ekonomiyle avutulmaktadır. Ülkeyi batağın ortasına iten borçlarla sahte bir ekonomik bahar yaratılmıştır. Bu sahte bahar, Türkiye’ye dışarıdan sokulan sistem dışı kaynak veya spekülatif sıcak paranın aldatmasıyla yürütülmektedir. Türkiye’nin hissettiği sıcaklık, vücudun mukavemet ısısından değil, damarlardan boşalan kanın yarattığı hararetin hissedilmesindendir. İşin gerçeği şudur: Bizler, artık kendimizin değil, hatta çocuklarımızın da değil, torunlarımızın kredilerini yiyip bitirmekteyiz. Ülkemizin mutluluğu ve geleceği için dışarıya politika uygulamak borcunda olanların, onu başaramayarak içeride kendi toplumuna politika uygulamakla teselli bulması hüzün ve ümitsizlik vericidir. Kayıt dışı diplomasi, devletimizi dışarıda layıkıyla savunulmayan bir devlete dönüştürmüştür. Devletimizin dışarıdaki mehabeti, 600 yıldır saygınlığımızın tartışılmadığı Ortadoğu’da bile yok edilmiştir. Tarihimizde ilk kez, askerimizin başına çuval geçirilmiştir. Kayıt dışı diplomasinin tutarsızlıklarıyla bol keseden vaatler, en önemli müttefikimiz olan ABD’yi allak-bullak ederek tâbir caizse, kanı tepesine fırlatmıştır. Kendi söylediklerine inanmayanların yönetimi Türkiye’yi ve Türk halkını boşluğa ve güvensizliğe itmektedir. Peki, Halkın Yükselişi Partisi olarak biz neyiz ve ne yapmak istiyoruz? Biz; ilhamını, enerjisini halkının imkânlarından yaratan bir siyasal hareketiz. Siyaset bilinç ve tarzımızın niteliklerini şu ilkelerimizle ifade etmek istiyoruz: 1. Bizim siyasetimiz, her şeyden önce, icazeti kendi halkından alan bir siyasettir. 2. Bizim siyasetimiz bir mirasyedi siyaseti değildir. Hiç kimsenin kasasına, masasına, tabelasına, amblemine, ismine dayanarak siyaset yapmayacağız. Ürettiğimiz ne varsa ve ne olacaksa elimizin, emeğimizin, gayretimizin, göz nurumuzun ürünü olacaktır. Şunun-bunun devamı olduğumuzu söyleyerek duygu sömürüsü yapmaya asla tenezzül etmeyiz. Fikrimiz, kadrolarımız, heyecanımız, söylemlerimiz, projelerimiz ve yöntemlerimizle yeniyiz; yepyeniyiz. "Ülkede kırk küsur parti var, siz neden kuruldunuz" diye soranlar var. Evet, kırk küsur parti var ama bunların tümü bir ananın yavruları.Mesele," Bak anasına, al danasını". Bunların hepsinin genleri, özleri, ruhları bir ve aynı. En başarılı yavru şu anda ülkeyi yönetiyor; durumumuz ortada. Demek ki bu ana-yavru münasebetinde yeni hiç bir şey yok. Olsaydı Türkiye bu halde olmazdı. Bu yetmiyormuş gibi şimdi bir de yavruların yavrularını pazarlama hazırlıkları yapıyorlar. Üçüncü el yavrular dönemini başlatmak istiyorlar. Biz, yavrulardan biri değiliz. Bizi ana-dana münasebeti içinde görmeye kalkmasınlar. Ana ile yavruların birbirinden farkı yok, çünkü genleri aynı. Biz öyle değiliz; bizim genlerimiz, genetiğimiz farklı. Yeni dediğiniz işte budur. Ve biz, kelimenin tam anlamıyla yeniyiz. Maddî sıkıntılarımız çoktur. Ancak, bol paralı ve sıkıntısız siyasetten hayır geleceğine inanmadığımız için bu halimizden şikâyetçi değiliz. Maddî kuvvetimizin esası israfa, keyif ve talana uzaklık bilincimizdir. Bizler kanaate, hatta kıtkanaate dost olan bir ekibiz. Bizim siyasetimizin maddî kaynağını, dip dalgalarının coşkuyla ayağa kaldırdığı büyük kitleler sağlayacaktır. Bu kitleler içinde elbette ki, aş ve iş imkânı geniş, gönül ve iman insanları vardır. Bununla birlikte, biz, harcamalarımızı elimiz titreyerek yaparız. Çünkü helal paranın hangi emeklerle, hangi zorluklarla kazanıldığını bilmekteyiz. 3. Halkımızı ve sizi aldatmayacağız: Riyakârlık, ikiyüzlülük asla yapmayacağız. İkiyüzlülerin mukaddesatı olamaz. Böyle olunca da ikiyüzlülerin din, iman, insanlık, çağdaşlık gibi değerleri telaffuz etmeleri inandırıcı olamaz. Önemli bir fikir, bilim ve iş adamı olan İtalyan Prof. Stefano D’Anna, birkaç gün önce, Türkiye’den söz ederken şunu söylüyor: “Türkiye, dünyada siyasal gücünü kanıtlamak istiyorsa yeni ve yaratıcı insanlar üretmelidir, Pinokyolar değil.” Türkiye, tatlı yalanlar yüzünden yaratıcı düşler göremez oldu. Türkiye sürekli karabasan görüyor. Bu süreçten çıkamaz isek mahvoluruz. Acı gerçeği halkımıza söylemek bizim siyasetimizin olmazsa olmazı, şahsiyetimizin imanıdır. Bu ilkemizin iki temel uzantısı vardır: Birincisi şudur: Allah ile aldatmayacağız! Ortak değerlerimizin başında gelen din, Pinokyo siyasetlerinin dinci cephesindeki tüm açıkları kapatmak için kullanıldı. Halkımız, aralıksız bir biçimde Allah ile aldatıldı. Din üzerinden siyaset, bu ülkenin en hain tahriplerine, en ağır insan hakları ihlallerine vücut veren temel beladır. Bu belayı ülkemizin ve insanımızın kaderi yapmak isteyenler, içten ve dıştan sistemli bir biçimde laikliği tahrip edip ‘Ilımlı İslam’ adıyla emperyalizme hizmet eden sahte bir din yaratarak Kurtuluş Savaşı ile kazandıklarımızı geri almak istiyorlar. Halkın Yükselişi Partisi olarak inancımız odur ki, din üzerinden siyasetin en hayasız ve akıl dışı şekli, laiklikle İslam’ı birbirine zıt göstermektir. Ne yazık ki, bu gaflet ve dalalet oyununa bu ülkede hukukçuluk perdesi altında destek veren aymazlar vardır. Laiklikle İslam’ı birbirine zıt gösteren şeytanî siyasetlerin oyununa gelen bir başka aymazlık ise, çağdaş ve laik olmayı dinciliğin bütün yıkımlarına seyirci kalmakla eşitleyen anlayışlardır. İkiyüzlülükten uzaklığımızın ikinci belirişi şudur: Atatürk istismarı yapmayacağız. Atatürk’ün ıstırabına, idrakine, ülküsüne, gayret, dirayet ve ferasetine mirasçı olacağız ama onu, eksiklerimizin kapatılmasında bir paravan olarak kullanma bedbahtlığına asla girmeyeceğiz. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” şeklindeki eşkıya tekerlemesini şu şekle dönüştürerek tarihe yeni bir örnek sunacağız: Devletin malı deniz, haksız yere bir lokmasını yiyen domuz. 5.Eleştiri getirenleri, özellikle basını düşman bellemeyeceğiz: Eleştirinin kesilmesi için basına, halka, kurumlara, kişilere sansür, baskı, kin, küskünlük gibi susturucu-bastırıcı tavırlara asla gitmeyeceğiz. 6. Kin ve düşmanlık üzerine siyaset yapmayacağız: Siyaseti hayır üretmede yarış kurumu olarak görmekteyiz. Siyasetlerimiz, rakipleri yıpratmayı, çamurlamayı başarı sanan şeytanî bir kulvara asla sokulmayacaktır. Eleştiriyi tüm özgürlük ve dirayetimizle yapacağız ama işimize asla kin ve düşmanlık sokmayacağız. İnsanları ithamda yalnız ve yalnız kesinleşmiş yargı kararlarını belge kabul edeceğiz. Değerli basın mensupları; Bu duygu ve düşüncelerle, Halkın Yükselişi Partisi’ni ülkemizin siz aziz evlatlarının bilgi, koruma ve eleştirisine sunuyor, önümüzdeki zamanın bizi daha birçok mutlu beraberlikle yüz yüze getirmesini Yüce Allah’tan diliyor, hepinize şahsım, kurucu arkadaşlarım ve tüm gönüldaşlarım adına saygı ve sevgilerimi iletiyorum!.. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk 18.02.2005 HYP Genel Başkanı ve Kurucular Kurulu üyeleri saat 14:00’da Anıtkabir ziyaretini gerçekleştirdi. “Aziz Atatürk, Milletimizi; hedef gösterdiğin, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak azim ve inancıyla kurduğumuz Halkın Yükselişi Partisi’nin kurucu üyeleri olarak, ta’zim, şükran ve minnetlerimizi arz etmek için huzurundayız. Gösterdiğin yoldan asla şaşmayacağız. Aydınlık yolunu kirletmeyi amaç edinmiş gaflet, dalalet ve hıyanetlerin tahribine asla seyirci kalmayacağız. İman, coşku ve atılım kaynağımız, senin ve silah arkadaşlarının mukaddes hatırasıdır. Makamın cennet, ruhun şâd olsun!” 18.02.2005 19.02.2005 Halkın Yükselişi Partisinin Genel Başkanı, kurucuları ve halkımız, el ele gönül gönüle tüm yurda dağılarak çalışmalara başladı. |
![]() |